30 Nisan 2011 Cumartesi

Şah & Sultan - İskender Pala

Öyle gaza geldim ki , artık elimde epeydir sürünen kitabımı bitirme kararı aldım. Bir ay önce başlamışım. Ne kadar ayıp. Hepi topu 382 sayfa. Neden bu kadar sündü ben de bilmiyorum. Dili biraz ağır. Yazar edebiyat parçalamış. Kitabın başları baya sıkıcı geldi ama sonlara doğru baya bir akıcı idi.

Biri şah biri sultan. İkisi müslüman ve savaşları birbirleriyle. Aynı kadını seviyorlar, ama kadının gözü Ömer'den başkasını görmüyor. Taçlı'nın aşkı bu derece derin yaşaması çok güzel.

Okumanızı tavsiye ederim ama benim gibi elinizde süner ya da sünmez garantisini veremem.

Şimdi sırada okunmayı bekleyen bir sürü kitabım var. Safiye Sultan serisi, Yılmaz Özdil kitabı, Aşkın Gözyaşları, Cerrah... bakalım hangisine elim gidecek?

Ne yalan söyleyeyim şımardım :)

Hep bahsediyorum Anneler Dünyası'ndan. Bizim ordaki muhabbetimizden. Hamilelik dönemlerimizden beri süre gelen dostluklarımızdan. Hatta bir önceki postumda İstanbul'a gitmekten bahsediyordum ya.. Forumdan arkadaşlarımı görmek, hasret gidermek, sanalı gerçeğe dönüştürmekti amacım.

Bugün Cumartesi olduğundan forumda pek kimse bulunmaz. Ben de ne var ne yok diye bir bakayım derken, büyük puntolarla ismimin yazılı olduğu bir konu başlığı gördüm.

NİLHAN :)

Allah allah heralde bana ulaşamış ki Seldam sesini duyurmak için konu açmak gereği duymuş diye düşündüm. Tıkladım ve ne göreyim?

"CANIM ARKADAŞIM
BİLİYORUM ÇOK MAHÇUP OKUYACAK BU SATIRLARI AMA AMACIM O DEĞİL KESİNLİKLE....ACABA BENİM GİBİ FORUMDA DAHA KAÇ ARKADAŞIMA YARDIMCI OLUYORSUN ? GÜNDE KAÇIMIZIN DERTLERİNE ÇARELER ÜRETMEYE ÇALIŞIYORSUN? MANTIĞINLA ELİNDEN GELDİĞİ KADAR ÇIKIŞ KAPILARI GÖSTERİYORSUN ... TÜM YAŞADIĞIM SEVİNCİ,ÜZÜNTÜYÜ,ENDİŞEYİ ÖNCE SANA YETİŞTİRİYORUM :)) BAZEN BELKİ SANA OFFF DEDİRTİYORUM AMA O KADAR İNCESİN Kİ HİÇÇ KALBİMİ KIRMIYORSUN...UZAKTAKİ YAKIN ARKADAŞIM İYİ Kİ VARSIN BE İYİ Kİ VARSIN
"

Ardından Narin;

bende Nil i çok seviyorum çok samimi, çok candan gerçekten, ben gerçek hayattada öyle olduğuna inanıyorum Nil, geçen gün doktorum programında bir psikiyatrist herkesin derdine koşan kişiler daha çabuk çöküyor diyordu Nİl aklında kalsın, banada küpe oldu bu ;)


Sonra Yusuf Mert'imin annesi Yasemin;

Evet bende cok sevıyorum nılııı
Yanı ne bıleyım cok naıf benı hıcbır yorumu dusundurmuyor hıc bır yorumunu okurken endıselenmıyorum cok guzel akıcı bır dılı var
Sevıyoruz yahıuuuuuu
Iıyıkı varsın nılll


Nilay'ın yorumu;

konuyu görünce önce nile soru soracak sandım selda.
ama okuyunca nile olan duyguları olduğunu anladım.
nil seni bende çok seviyorum. burada bilmem hiç ben nili sevmiyorum diyen çıkarmı?


Göknur'un beni duygulandıran mesajı;

Ay mukerrer şeyelr yazmak istemem ama Nilhan ile annem ana-kız mı acaba diyeceğm heee.. Hastanede filan mı karıştık acaba. :lol: :lol: :lol:

Omrunun sonuna kadar boyle olacağından emin olabilrsin Nil.
Sonraaa...
İnşallah Ece'nin düğününde, akrabalarının 3-4 katı sadece ama sadece senin dostların olacak,
yıllar içinde biriktirdiğin biriktirdiğin biriktirdiğin....

Nessim;

ben nilimi çok ama çok seviyorum

Arzum; kalpçikler yollamış.

Hatice'm;

Ben de seviyorum Nİl' iii ;) Gerçekten de gözlemlediğim kimin bir derdi olsa Nil hemen yardımcı olmaya çalışıyor

Eminenur'un güzel mesajı;

kendisine de söylemiştim bi ara yine söylüyorum,şu foruma girmeme bir sebep te nilhanın sıcakkanlılığını sanal da olsa hissetmemdir. foruma lk girdiğim sıralarda bana en yakın gelen kişilerdendir nilhan hala da öyle....

Benim mesajım;

inanamıyorum ya
ağlıyorum
delisin selda
delisiniz hepiniz.
ben forumda kimse yoktur kapatmadan bir yeni mesajlara bakayım dedim. büyük puntolarla adımı gördüm. hayırdır inşallah deyip tıkladım ve ne göreyim??
selda nerden çıktı şimdi bu mesaj? allahım yarabbim. ne yazacağımı bilemedim.
sizi ne kadar sevdiğimi söylemeyeceğim çünkü yazmak, dile getirmek inanınki anlamını basitleştiriyor.

Nasıl duygulandığımı anlatamam. İyi ki tanımışım hepsini. Tamam çok utandım, çok mahcup oldum konuyu görünce lakin bu denli sevildiğini bilmek insana nasıl iyi geliyor anlatamam. Kendini beğenmiş biri değilim, konuyu buraya neden taşıdın diyebilirsiniz. Biraz da kendimi şımartayım dedim sadece.

(Kendimi her kötü hissettiğimde terapi niyetine bu sayfayı tıklayacağım.)




27 Nisan 2011 Çarşamba

Allak Bullak Karmakarışık

Ahh desem, offffff desem. Doluya koyuyorum almıyor boşa koyuyorum dolmuyor. Yine başınızı şişireceğim hazır mısınız?

Şimdii önümüzde bir 19 Mayıs tatili var ya. Perşembe gününe denk geliyor ya. Ben de bundan istifade Cuma ve Cumartesiye bağlayıp İstanbul'a kaçayım diyorum. Lakiiin karman çorman oldum.

Uçuşlar Hatay'dan istenilen saatlerde ve fiyatlarda değil. Adana'dan uçsak arada 130 km var. Yaklaşık 2 saati karayoluyla gitmek gerekiyor.

Orda bir sürü arkadaşımı göreceğim hepsine nasıl hediye götüreceğim?
Çok sevdiğim bir arkadaşımın nikahı var ona da katılmak istiyorum ama yakalar farklı. Kalacağım arkadaşım Anadolu da , evlenecek olan Avrupa'da...

En çok beni düşündüren ise daha yeğenimi görememişken, koklayamamışken İzmir'e gitmek yerine İstanbul'a gitmek haksızlık değil mi?

Zaten sırf bu kararsızlığım yüzünden bilet ayarlamakta geciktim.Çığlııııııııııııııııııık

22 Nisan 2011 Cuma

Duyular ve Mim

Sevgili Ülkü mimlemiş bu sefer beni.

Mim Ana konusu:
Duyularımız

En Sevdiğin 3 Görsel; Deniz, Papatya, Uğurböceği
En Sevdiğin 3 Ses; Çocuk kahkahası, herhangi bir enstrüman sesi, Kuş sesi
En Sevdiğin 3 Tat; Rulokat, browni, Sarmısaklı yoğurtlu herşey
En Sevdiğin 3 Koku; Kızımın Kokusu, Hanımeli kokusu,  Fırındaki Kek kokusu
En Sevdiğin 3 His; Huzur, Heyecan ,güven


Kimlere gitsin şimdi bu mim??

İkiz annesi Aylin
Sezobigo nun Bigosu :) ( bu arada bağlantı yapmanın kolay yolunu anlatıversen çok makbule geçer be bigom)
Yaruze Gönül
Tibetin Annesi Sibel
Neval
Sevtap
Dilek
Gülcan


Not: Aslıcım işte bayıldığım lezzet rulokat

21 Nisan 2011 Perşembe

Montessori Sınıf Etkinliği

Kreşimizin facebook hesabı hacklenince yeniden hesap oluşturmuşlar. Bu sabah bakalım ne eklemişler acaba derken, daha önceleri yapılan ürün etkinliğinin fotoğraflarını yakaladım. Daha önce görmemiştim. Sadece albümümüzde yer edinsin diye ekliyorum. (Nolur bloglar kapatılmasın, yoksa hepsi boşuna)

Arkadakı cimcime ayran yapıyor, Ece çikolatalı kanepeler hazırlıyor, Durucuk da fındık kırıyor. Sonra da bunları birbirlerine ikram ediyorlar :)

20 Nisan 2011 Çarşamba

Parmak Kukla & Anahtarlık

Çerçeve ve kutu ile birlikte hediye yollayacağım arkadaşımın oğluna da küçük küçücük kuklalar yaptım. Çok başarılı olduğum söylenemez . Mutasyonik kuklalar desek daha doğru olur.
Çinli fare, yamuk dişli tavşan, kuşumsu kanatlı birşey.

Bir de anahtarlık yaptım. Modelini burdan buldum.



Size de sormuştum ne hediye yapsam acaba , çok kararsızım diye

Ve bütün hediyelerim bunlardan ibaret. umarım beğenir arkadaşım.

19 Nisan 2011 Salı

İşte ilk ahşap denemelerim

Her türlü eleştiriye açık olduğumu belirtmek istiyorum.

Kolaj yapamadığım için çok fazla fotoğrafa maruz kalacağınızdan dolayı üzgünüm.



Kurdele ile de ilk defa çalıştım.
Umarım forumda hediye edeceğim arkadaş blogumu takip etmiyordur

Ben de yaptım elmalı muhallebi

Sezobigo'nun blogunda gördüm dün tarifi. Evde de bir sürü elma vardı. Yapmasam çatlardım. Önce elmaları pişirdim. Ara verip kuzumu uyuttum. Sonra 22:30 da devam ettim muhallebimi yapmaya. Eşim bile şaşırdı.

5 elma
Çok az tereyağı
4 kaşık şeker
1 çay kaşığı tarçın
dövülmüş badem

1 lt süt
4 kaşık un
7 kaşık şeker
1 vanilya
1 falım sakız

Üzerine de çikolata rendeledim

Gece yaptığım için tadına bakamadım ama bu sabah uyanır uyanmaz soluğu buzdolabının önünde aldım. Rüyama girdi desem yeridir. Aç karnına ne de güzel gitti anlatamam. Nefis olmuştu ellerime sağlık. Tarif için teşekkürler Sezobigom.


18 Nisan 2011 Pazartesi

mimo

sinirli
kızgın
hayalperest
her daim beklenti içinde olan
Sevgili İlknur mimlemiş beni.

Mim konusu ise ruh halinizi ortaya döken resimler, şiirler, şarkılar her ne varsa bizlerden esirgemiyorsunuz.



Şu anda maalesef böyle bir halet-i ruhiye içerisindeyim.

Birkaç kendini, ne konuşacağını bilmez insanlar yüzünden kuduruyorum.


Efenim bu mim
Mandalin çıkmazı - Yıldız'a
Ballı lokma - Manolya'ya
Hanım iğnesi - Ayla'ya
Kaan'la Yaşamak - Dilek'e
gitsin

Ve işte halet-i ruhiye şarkım.Umarım yükleyebilirim

Güzel bir haftasonundan

Cumartesi sabah 08:00 de evden çıktım akşam 20:00 idi kızımla eve girdiğimizde. Baba yoktu çoktan serin sulara doğru yol almıştı. Balık yakalamak umuduyla.

Kızıma hemen pirinçli çorba pişirdim. Sonra çöpü dökmeye indik. Babamız balık hevesiyle dolu çöpleri de görmemiş. Sonra kuzumu doğruca banyoya soktum. Bu aralar hiç yıkanmak istemiyor resmen cebelleşiyorum. Banyodan sonra sütünü içerken çoktan rüya alemine dalmıştı yavrum. TV yi kapattım, ve başladım üstten üstten evi toparlamaya. İçimde bir heyecan, bir heves işlerim bitse de beni böyle pır pır ettiren işlerimin başına koyulsam diye, ne yaptığımı anlamadım.

Efenim ben bu coşkuyla gece 03:00 e kadar oturmuşum. Artık benim de bir hobim var. Eşimi şimdi daha iyi anlıyorum. Balığa çıkarken ki heyecanını. . Belki çok klasik ama ahşap boyamaya başladım. Hem de hiç kursuna gitmeden. Anneler günü için bir çerçeve alıp boyamıştım ya, malzeme alırken ordaki bayan bu son olmayacak demişti. Meğer ne kadar haklıymış. Şimdi o çerçevenin yanına takım olması için küçük bir de kutu aldım aynı şekilde süsleyecem. Ve yine anneler günü için kayınvalidemle anneme birer tepsi ile peçetelik aldım.

İnşallah alnımın akıyla çıkarım bu işten. Ve inşallah sıkılmam. Ama sıkılacağa benzemiyorum çünkü o kadar zevk alıyorum ki. Gece 3 e geliyordu kapı açıldığında . Eşim gelmiş ama balık gelmemişti. Buna rağmen nötrlenmişti. Keyifliydi. Benim belim tutulmuş farkına varmamışım. Malzemeleri görünce hem şaşırdı hem sevindi, kendime meşgale bulmamdan ötürü. Renkleri beğendi. Yorum yaptı, bu bana daha çok mutluluk verdi. Şimdi gözüm evdeki tüm kutuları keşfediyor. Sezobigo gibi hepsini boyayasım geliyor.

Pazar günü klasik bir kahvaltı faslından sonra yine sahile gittik maaile. Ordan parka ve ordan yine çay bahçesine. Balıklara ekmek attık. Eve döndüğümüzde Ece nin halini görmeliydiniz. Yolda emekledi kızım. Sonra terledi. Babasının aldığı şekerden dolayı yüzü zaten yapış yapış ve kırmızıydı. Allahım kendi kızımı tanıyamadım.

Şu surata bakar mısınız :) El yüz yıkandı, süt içilirken güzellik uykusuna dalındı. Benim gözler objelerde. Ama yapılması gereken işler var. Bir tarafı boyuyorum kuruması için bırakıp, yemeğe bakıyorum. Diğer tarafı boyuyorum , ütüye geçiyorum derken kuzum uyandı.

Uzun zamandır görmediğim anneannemlere gitmeye karar verdik de evden çıkamadık ki. Niye mi Ece hanımın ayak tırnaklarına oje süresi tuttu.

Bozulur diye de ayakkabılarını giymedi. Terlikle gitti süslü cadı. Neyse ki hava sıcaktı. Anneannemler çok mutlu oldular. Aslında çok ihmal ediyoruz :(

Eve geldik, Nihat Doğan'ı izleyip güldük. Ece hanımın uykuya geçisi biraz zaman aldı. O uyur uyumaz ben yine aynı heyecanla gece 01:00 e kadar hediyelerimle uğraştım.

Sabah kargalar botlarını giymeden uyanan kızım 07:00 gibi tekrar dalınca 08:00 de uyandırmayı başaramadım. İşe geç kalacam telaşıyla ne yapacağımı düşünürken kapı çaldı. Gelen babamdı, bize bişeyler getirmiş Ece gitmeden göreyim diye de erken gelmek istemiş. Allah göndermişti babamı sanki. Ece hanım zaten kreşe gitmeyi istemiyordu. Hemen uyandı anneannesine gideceğini duyunca. Dedesi bugünü de tatil ilan etti Ece hanıma. Neyse hadi bakalım yarın tıpış tıpış okula deyip kapıyı kapattım balkona çıktım.

Aşağıdan bana laf yetiştiriyordu hala: "yarın da okul yok " diye :)

Eşime dedim ki...

hayatımı zerre kadar kolaylaştırmıyorsun.


El cevap: Niye ben Arçelik miyim???

16 Nisan 2011 Cumartesi

Ve kavga böyle başladı...



Karıma dedim ki, "Doğum gününde nereye gitmemizi istersin?"
Yüzünde keyiften eridiğini görmek beni ihya etti!.
"Uzun zamandır gitmediğimiz bir yer olsun !" dedi.
O zaman önerdim, "Mutfağa ne dersin?"
İşte kavga böyle başladı....


 * * *
Cumartesi sabahı, sakin- sakin giyindim, kahvaltımı ettim,  köpeği
kapıp sessizce garaja geçtim..
Kayığı arabanın üzerine atıp, şelaleye doğru yola çıktıydım ki, baktım
fırtına çıktı-çıkacak..., garaja geri döndüm, radyoyu açtım, hava
durumu, havanın gün boyu böyle gideceğini söylüyor....Eve geri döndüm,
yavaşça soyunup, yatağa süzüldüm..
Uyumakta olan karımın vücuduna arkadan sarılıp, arzu dolu, kulağına fısıldadım,
"Dışarıda hava berbat"...
10 yıllık sevgili karım mırıldandı 'Salak kocam bu havada balığa
gitti, inanabiliyormusun?'
Ve kavga böyle başladı...


* * *

Bir adamla bir kadın, bebekler gibi uyumakta.
Sabahın üçünde, birden dışarıdan bir gürültü geldi.
Kadın, panik içinde yataktan fırlayıp adama doğru bağırdı  'Aman Tanrım,
Bu kocam galiba!'
Adam da yataktan fırladı, korku içinde ve çıplak, kendini camdan attı,
yere yapıştı. Dikenli çalının arasından koşabildiğince hızlı arabasına
koştu;
Birden aydı, geri dönüp yatak odasına girdi, ve karısına : "A
s..tir!!! Senin kocan benim!!!' diye bağırdı.
'Yok yaa ne kaçtın öyleyse?'
Ve kavga böyle başladı.......

* * *

Karıma 14.95.'e bir kasa Miller bira alalım, diyordum ki,
7.95'e bir kutu dondurma almasın mı?.
"Oysa bira ile bu gece, dondurmayla olduğundan daha çekici olurdun"
demiş bulundum.
Ve kavga başladı....

* * *

Kadın çıplak, yatak odasındaki aynadan kendine baktı.
Gördüğünden pek memnun kalmamıştı ki, kocasına dönüp, -"Korkunç
görünüyorum; yaşlı, şişman ve çirkinim!!" dedi ve devam etti:
-"Hadi bana bir iltifat yap, buna ihtiyacım var!!.'
Kocanın cevabı:  "Gözlerin iyi görüyormuş !!."
Ve kavga başladı......

* * *

Karımı restorana götürdüydüm.... Garson, her nasılsa, önce benim siparişi aldı.
"Ben ızgara bonfile alacağım, az-orta pişmiş lütfen."
"Deli danadan korkmazmısınız?" dedi,
"Cık, dedim o kendi siparişini kendi verir!."
Ve kavga böyle başladı...

* * *
Mezunlar yemeğinde karımla masadayız,
Yandaki masada, sarhoş, elindeki kadehi çevirip duran kadına bakakalmışım.
Karım sordu, - 'Onu tanıyormusun?'
-'Evet,' dedim, 'Eski flörtüm. Duydum ki yıllar önce ayrıldığımızda
içmeye başlamış, o zamandan beri kendisini ayık gören yokmuş"
'Hadi canım!' dedi karım, "amma uzun kutlamış!!'
Ve kavga böyle başladı...

* * *
Emekli olduğumun ertesi, Sosyal Sigortalar'a gidip muüracaatımı yapayım dedim.
Masadaki memure, yaşımı teyit etmek için ehliyetimi istedi.
Ceplerimi karıştırdım, cüzdanımı evde bırakmışım!.
Kadına dedim ki "Bir koşu eve gidip getirebilirim!".
"-Yok canım", dedi kadın , " Gömleğinizi açın lütfen!"... Düğmeleri
açtığımda, kıvırcık, kırlaşmış göğüs
kıllarıma bakıp, "bu kır renk, benim için kanıt olarak yeterli!" dedi
ve müracaatımı aldı.
Eve döndüğümde, sigortalarda başıma geleni karımla paylaştım.
"Pantolonunu da indireydin keşke!" dedi "maluliyet de bağlarlardı belki!"
İşte kavga böyle başladı...

* * *

Oturmuş TV de kanallar arası zaplarken, yanıma oturan karım sordu:
-"Ne varmış bakiim TV'de?"
'Toz.' dedim,
Ve kavga başladı...

* * *
Karım, yaklaşmakta olan yıldönümümüz için çaktırmadan ayak yapıyordu ..
"Üç saniyede hızla 0 dan, 100 ye çıkabilen bir nesne istiyorum" dedi,
Bir baskül aldım ona!.
İşte kavga böyle başladı...


* * *

Herkese mutlu haftasonları. Azıcık tebessüm ettirebildimse ne mutlu bana ...

14 Nisan 2011 Perşembe

Facebook

Benim facebook üyeliğim yok. Kızımın kreş sayfasını eşimin üyeliğinden takip ediyorum. Orda yayınlanan fotoğrafları bloğumuzda kolay paylaşabiliyorum.





Bezelyeleri ayıklarken arada hüpleten Ece. Kızım bana çekmiş ben de bayılırım taze bezelyeyi hüpletmeye , yani kendimi durdurmasam 1 kg bezelyeyi rahatlıkla yerim. Annem biz küçükken "çok yeme başınız döner" derdi, gerçeklik payını bilmiyorum, belki de amacı bezelyeleri kurtarmaktı :)




Gelelim asıl soruya. Bazen çok güzel videolar paylaşılıyor kreş sayfalarında. Ve doğal olarak o videoları kızıma anı olsun diye bloğumuzda da paylaşmak istiyorum (hoş blogların geleceği bile muamma iken)ama nasıl? Var mıdır yolu yordamı? Eğer program falan gerekiyorsa sanırım beceremem çünkü bir kolaj programını bile beceremeyen ben video olayını elime yüzüme bulaştırırım kesin :(

Elif Ece Tiyatroda

Yaşasıınnnn... Sonunda kızım her ne kadar istemeyerek de olsa, " ama cadı gelmesin" dese de tiyatroya gitti. Ece de sebebini bilmediğim bir tiyatro fobisi var. Ne zaman böyle bir etkinlik yapılsa Ece okulda kalır diğer tüm arkadaşları tiyatroya giderdi. Evde o kadar çok izah etmeme rağmen ikna edemezdim. Ben de üzerine gitmektense oluruna bırakmayı tercih etim.

Salı günü okulumuzun sahibesi Gülser hanımla görüşürken Ece yi dünkü tiyatroya götüreceğini söyledi. Ağlasa da götürmek istiyorum dedi. Şayet çok huzursuz olursa salondan dışarı çıkarır, sakinleştikten sonra tekrar geçiririm dedi. Nitekim hiç gerek kalmadı. Ece ondan beklemediğimiz bişey yapmış ve sahneye çıkmış. Alkışlamış, dans etmiş. Öğretmeni anlatırken " abartmıyorsunuz?" değil mi diye sorarak ben abarttım ama inanın hiç beklemiyordum.

Ve Ece sahnedeeeee :) Meğer kızımın içinde sahne potansiyeli varmış da haberimiz yokmuş :)

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler i izlerken çok eğlendiğini anlattı kızım bana. Ve ısrarla cadı demedi, "şapkalı kız" demeyi tercih etti. Gece yatana kadar ağzında hep Pamuk Prenses anlata anlata bitiremedi. Yine Yıldız öğretmenin dibinden ayrılmamış, hatta kucağında izlemiş ama ağlamamış, sızlamamış, geri dönmek istememiş. Yanındaki de yakışıklı Batu'muz. Ece ye arkadaşlarını say derseniz ilk başta Batu nun ismini duyarsınız. Hatta işyerimde bulunan iki yunus figürünün adları bile Ece & Batu :) Babamız duymasın :D


12 Nisan 2011 Salı

Evdeki en büyük yardımcım :)

 Son zamanlarda Ece'nin bir saate yakın zaman geçirdiği yer: Mutfak lavabosu. Bırakın saatlerce oynayabilir, su, deterjan ve süngerle.
 Pazar günü hava durumu bizi yine eve hapsetti. Ben hiç şikayetçi değildim evde pineklemekten ama Ece ye meşgale lazım. Tutturdu yazı tahtasını yıkayacakmış :)
Elleri artık buruş buruş olmuştu. Önlük takmama rağmen eşofmanı, kolları , çorapları ıslanmaktan kendilerini kurtaramadılar.

Çok hamarattır benim kızım çok. Çok severim ben onu çook.






(P.S. Bu arada 14 Mayıs'ta yılsonu gösterimiz varmış. Beni şimdiden heyecan bastı. Acaba kızım ne yapacak sahneyi görünce? Çok umutlanmamalıyım biliyorum. )

6 Nisan 2011 Çarşamba

Çocukluk Depresyonu

Bugün kreşimizde Dr. Suat Yiğit ve Uzm. Psk. Pınar Burnukara’nın da katıldığı , çocuklarımız konusunda daha fazla farkındalık kazanabilmek amacıyla düzenlenen tartışmanın konusu : Çocukluk Depresyonu.

Çocuklar 7 yaşına kadar dil gelişimlerini tamamlamadığından ( yani kelimelerle ifadede yetersiz kalacaklarından) içinde bulundukları ruh halini hareketlerle yansıtırlar.
Bu zaman zaman biz de yaparız aslında. Offf bugün kolumu kaldıracak halim yok. Yaa aslında X iyidir hoştur ama şimdi onu görmeye tahammülüm yok… vs

Çocuklar kendilerini ifade edemediğinden, olumsuz davranışlara yönelirler. Başlarını vurma, saç kaş yolma, yeme içmeyi reddetme, altına kaçırma.. bunların hepsi anneye tepkinin ve intikam almanın göstergesi.

Doktorumuzun bütün tartışma sırasında bize tek vasiyeti: DİNLEYİN.

Çocuklarınızı dinleyin. Onları susturmayın. Hayali cümleler kurmasına izin verin. Belki üç dakikanızı alacaktır ama bu çocuğunuzun aksi bir davranış sergilemesini engelleyecektir.

Çocuğunuzla 5 DİLDE KONUŞUN.

Ona cevabı EVET/HAYIR olan sorular sormayın. Bu kısa cevaplardan birini verecek ve işin içinden sıyrılacaktır. Eğer onunla muhabbet etmek istiyorsanız; ses tınınızı ayarlayın (konuşmak şarkıdır) , güzel kokun, ona temas edin, yanına oturun, gözleriyle temas kurun.

Kavgalı gürültülü bir günün ardından, ne kadar sinirli olursanız olun çocuğunuz uyurken yanına gidin, en masum göründükleri o anda eğilip kulağına bir şeyler söyleyin. İlla ki hissedecektir, duyacaktır, mırıldanır, pozisyon değiştirir.

Özgüven sahibi bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız LÜTFEN DERS YÜZÜNDEN ÇOCUĞUNUZLA TARTIŞMAYIN. Siz onlara iyi bir eğitim vermek istiyorsunuz, ilk/orta/lise/ünv mezuniyetlerini düşünüp, iş bulur mu acaba kaygısıyla bundan 15 yıl sonrasını düşünüp tedirgin olup çocuğunuzla ders yüzünden kavga etmeyin. (İntiharların çoğu ergenlik dönemlerinde görülürmüş)

Depresyon anne karnında başlayabileceği için babaların görevi hamile eşlerine kebap yedirmek yerine, onları bol bol güldürmek olmalıdır.

Sonuç itibariyle ;
Annelik içgüdülerinize güvenin. Siz bebeğiniz konuşmadan onun dilinden anlayan kişilersiniz.
Dinleyin.
5 duyunuzla konuşun.

(Aklımda sadece bu kadarı kaldı. Çoğu biz annelerin bildiği hatta yaptığı ya da yapmaya dikkat ettiği özen gösterdiği davranışlar. Hatırlatmak amacıyla sizlerle de paylaşmak istedim.)

4 Nisan 2011 Pazartesi

Bayılıyorum

Kızımın bilgisayara "pisikaya" , çekirdeğe " çeçiydek" demesine bayılıyorum.

Geçen gün benden özür dilemesi için ısrar ederken:( (biliyorum hataydı) " sen kendinden dile" diyerek beni şaşırtmasına bayılıyorum.

Cumartesi günü ;
-Anne çikolata şarkısını söyler misin?
-Hangi çikolata şarkısı?
-Anne çikolata yaa. Geçen söyledin ya...
-Annecim hatırlamadım. Hatırlatır mısın? (gerçekten hatırlamadım)
Durduu, durdu, düşündü arada "mmm" dedi ve,
-Nat nat nat, diye bana hatırlatma yapan kızımı çikolata niyetine yemeye bayılıyorum... :)

Güya tövbe demiştim ...

Efeniiim bu c.tesi bıdık halasına gitti. Çok şükür ağlaşmadan ayrıldık. Halasını da üzmemiş. Öğlen gittiğimde uyuyordu. Kayınvalidem sağolsun gidecez diye yemek hazırlamış. Yemeğimizi yedik çayımızı içtik evimize geldik. Kısa bir market alışverişi yaptık.Babamız uzun zamandır görmediği bir arkadaşı ile görüşeceği için kısa süreliğine dışarı çıktı. Saat 19:00 gibi benim cimcime süt istedi. "Annecim uyku saati değil ama" dedimse de süt diye ısrar etti. Kucağımda içerken gözleri kapanıyordu. Bebeğim uyku için erken dedim. Biberonunu ağzından çıkarıp" anne uyumuyorum, dinleneceğim" dedi demesine de 5 dk sonra biberon elinden düşmüş Ece horlamaya başlamıştı. Kanepeye yatırdım. Tüm gece uyumasına müsaade etmeyecektim. Nitekim başıma gelecekleri sezebiliyordum. Bir saat kadar uyumasına izin verdiğim sürede ben de hediyem için biraz uğraşayım dedim.(Daha bir ay var deyip deyip sürekli sallıyorum ama hediyeyi yetiştiremeyeceğim diye çok korkuyorum).Babamız geldiğinde Ece yi uyurken gördüğünde çok şaşırdı.

Saat 20:00 gibi uyandırdım kuzumu. Biraz bişeyler atıştır dedim ama hiç oralı olmadı. Kalktım peynirli irmik helvası yaptım babamız ne zamandır istiyordu. Kuzuma banyo yaptırdım. Sonra kitap okumamı istedi. Ben de bu kitabı okudum ona. Çok sevdi. Bazı sayfaları tekrar tekrar okuttu.

Gece 23:00 ama Ece'nin gözünde uykudan eser yok. Haydi yatağa deyip yanıma aldım. Konuştu falan ama neyseki dalması çok sürmedi. Sabah kahvaltımızı balkonda yaptık. Bir önceki tozlu havaya inat dün hava çok güzeldi. Kahvaltıdan sonra parka gittik. Ordan çay bahçesine gittik. Giderken bayat ekmek götürdük ama bu sefer kızımın şansına balık yoktu maalesef. Ve eve dönüş eziyeti. Yine yürümek istemedi kızım. Babasının omzuna da binmek istemedi. İlla ben taşıyacam. Taşır taşımaz eli saçımda. Acaba babasında saç olmadığından dolayı mı sürekli benim taşımamı istiyor? Uykusu da gelmişti. Eve nasıl geldik bilmiyorum. Kollarım belim koptu resmen. Sütünü eline alır almaz uykuya daldı zaten. O uyurken de çamaşır bulaşık makinelerini ziyaret ettim. hasret giderdim. Hazır onlara uğramışken fırına da bir merhaba dedim.

Ece uyandıktan sonra avm yapalım dedik. Halbuki tövbe demiştim.Ama bugün anneannemizin, kıymetlimizin , meleğimizin doğumgünü ve ona hediye almamız lazım. Yine kısa bir süre sonra yürümeyi reddetti. Yine kucağımı istedi. D&R a uğradık , kızıma bunu, eşime de bunu aldık. Ece ye aldığımız daha büyük çocuklar için ama Ece kedileri gördüğü anda elinden bırakmadı kitabı. Anneannesi için de "Melekler heryerde olamazdı bu yüzden anneanneleri yarattı" (tam net hatırlamıyorum) yazılı bir magnet aldık. Ece kucağımda daha fazla dayanamayacağım için  ve babamız da artık sinir belirtileri oluştuğundan hemen bir hediye almalıydım. Ağlaya zırlaya ayrıldık avm den. Topuklarım yanıyordu. Anneannelere görünelim dedik. Ece anneanneyi görür görmez demesin mi" anneanne sana terlik aldık biz" :) sıpa hemen yumurtladı .

Gerisi de rutin zaten. Eve gel, yemek ye, çamaşır ser, bulaşık yıka, Ece hanımı uyut ve yatağın yerini bulup cumburlop atla..

Herkese iyi haftalar..

HAYAT BİR ÇOCUĞA NASIL ANLATILMALI ?

(Alıntıdır.Daha önce defalarca okuduğum ve her defasında "ne kadar da doğru" dediğim bir yazı. Eminim sizler de okumuşsunuzdur.)

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.

Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.

Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.

Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.



Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.

Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.

Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.

Hayatı sorgulamayı öğret ona...

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret.

Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... "İstemiyorum", "hayır" demeyi öğret ona, istediğinde ise "istiyorum" demeyi, Sevdiğinde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi öğret ona.

Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.

Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...

Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Galiba kötü anneyim :(

Dün akşam babamız arkadaşıyla dışarı çıkacaktı. Kızımla evde yalnız olacaktık. Önce birkaç gündür yaptığımız gibi topumuzu alıp aşağı indik. Sonra eve çıkıp yemek yiyelim acıktım dedi. Çıktık sadece ayran içti. Üstelemedim. Bulaşığı bile yıkamadım. Boya yapmak istiyorum dedi. Peki dedim. Sulu boyasını verdim. Ben de bugün için çantasını hazırlıyorum. Yanıma geldi içine su doldurduğum kap boş.
-Kızım suyu naptın?
-Döktüüm.
-Nereye?
-Lavaboyaa.(ohh)
-Aferin annecim.
Birdaha dolduracakmış. İyi peki . Ben yine odasına döndüm . 2 dk geçmeden geldi suyu yeniden dolduracakmış. Niye falan deyip yanından çıktım ve su sesiyle yeniden döndüm. Elindeki sulu boyanın suluğunu yatağa boşalttı. Nilhandım  şeytan oldum. Annecim niye döktün? Off falan bu sefer çok sevdiği çorabı ıslandı diye zırtıllıyor. Tabi ben sıralıyorum. Niye döktün?, baban nasıl örtünecek akşam? (örtünmesinmiş) derken Ece:
-Sen leş bişeysin, sen bir eşeksin, seni sevmiyorum puu diye birbirinden güzel cümleler sıralıyor bana. Artık hiçbir sorusuna cevap vermedim. Zar zor üzerini değiştirdim. Ve diyalogu kestim. Benimle konuşmaya çalıştıkça , ona kırıldığımı küstüğümü ve konuşmayacağımı söyledim. Ağlamaya başladı. Onunla konuşmam için benden özür dilemesi gerektiğini kaç defa söyledim hatırlamıyorum. Ama Ece ağladıkça ağlıyor ve özür dilemeyi reddediyor.Bana sarılmaya çalışıyor, yitiyorum. Öpmek istiyor, kucağımda oturmak istiyor izin vermiyorum. Omuzumda yatacağını söylüyor ama ben ısrarla onun hizasına inip benden özür dilemezse bunları yapmasına izin vermeyeceğimi söylüyorum.

Bir yandan da akan gözyaşarını siliyorum. Ama ben göz yaşlarımı içime akıtıyorum. Bir tarafım yeter Nilhan ağlatma şu kızı daha fazla dedikçe diğer tarafım özür dilemeyi öğrenmeli diyor. Ağladığı için onu duymadığımı söyledim. Biraz susup ilgimi TV ye çekmeye çalıştı ama ben ısrarla seninle konuşuyorum bana bakar mısın? sana küsüm seninle konuşmuyorum ve özür dileyene kadar da konuşmayacağım deyince ağlama sesi birkaç volüm yükseldi.

En son tekrarlarım neticesinde bana ne dedi beğenirsiniz ? "Sen dile" Ben kendimden özür dileyecekmişim. Bunu bana o bücür söyledi ben şok.Beni üzen kendim değil sensin, bana bunu bunu diyerek beni üzdün diye yineledim. Bu sırada kucağıma tırmanmaya çalışmalar, sarılmak istemeler devam. Hem de ağlayarak. En sonunda " özüüeeaa diyeaaaee" gibi bişeyler duydum. Anlamadım deyince aynı şekilde iki anlamsız kelimeyi tekrar edip "diledim ya" dedi. Onbeş yirmi dakika sonra benden bu şekilde özür diledi kızım.

Bu ne gurur bu ne inat? Aldım kucağıma, sımsıkı sarıldım. Hemen başını omzuma dayadı. Onu çok çok sevdiğimi söyledim.
Babamız evde olsaydı ilk dakikadan havlu atardım biliyorum.
Bir yerde yanlış yaptım ama nerede bilmiyorum :(

1 Nisan 2011 Cuma

Küçük Balık Yoksa Büyük Balık da Yok!- Greenpeace

Balığın kaç santim? - Greenpeace: "2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek."


Bugün dünya denizlerindeki büyük balık türlerinin yüzde 90'ı, toplam balık türlerinin ise yüzde 60'ı tükenmiş durumda.

2050 yılına geldiğimizde ise dünyadaki balık stokları tükenecek. Türkiye'de durum farklı değil...Balık stoklarımız ve balıkçılık can çekişiyor. Endüstriyel avcılık arttıkça, yumurtlama zamanları ve yerlerinde avlanıldıkça balık stokları hızla azalıyor, balıklar azaldıkça daha çok yavru balık avlanmaya ve satılmaya başlanıyor. Yavru balık avlandıkça ve satışı devam ettikçe de türler üremeye fırsat bulamadığı için durum daha da vahim hale geliyor.

Küçük Balık Yoksa Büyük Balık da Yok!

Henüz üreme olgunluğuna, boyuna erişmemiş yavru balıkların avlanması, satılması, tüketilmesi deniz kaynaklarının ziyan edilmesidir. Olgunluk çağına gelen bir balığın her yumurtladığında binlerce balık ürettiği unutulmamalıdır. Her canlı en az bir kez üreme hakkına sahiptir, ve eğer yarın da denizlerimiz de balık türleri olmasını istiyorsak acilen balık boylarına önem vermeliyiz. Ayrıca anaç balıklar boyut olarak büyüdükçe daha da fazla yumurta verirler, işte bu yüzden balıklar için her cm. hayati derecede önemlidir.
Türkiye'de avlanması ve satılması yasal balık boylarına uyulmadığını balık pazarlarında gördüğümüz yavru balıklardan anlamak mümkün. Örnek mi? Lüferin en az bir kez üreyebilmesi için minimum 20 ila 24 cm'e ulaşması gerekirken bugün yasal avlanma boyu 14 cm olarak verilmiştir. Yani aslında yavrusu olan çinekop boyu. Aynı şekilde palamutun üreme boyu 38 cm ila 42 cm arasında iken yasal avlanma boyu 25 cm dir!
Bu durum açıkça gösteriyor ki, denizlerimizdeki biyoçeşitliliğin korunmasını sağlayacak ciddi bir yönetim planına ihtiyaç duyulmaktadır. Ticari balık türlerinin yumurtlama ve gelişme alanlarının deniz rezervi olarak korunması da en etkin yöntemlerden biridir.
Hep birlikte, Tarım Bakanlığı'nın acilen balık stoklarının ve balıkçılarımızın geleceği adına yavru balık satışını engellemesi ve yasal balık boylarını bilimsel temellere oturtmasını sağlayalım. Yavru balık satmayın, almayın, tüketmeyin, denizlerimizin geleceğini korumaya yardım edin. Eyleme katılın! Tık

(P.S. Keşke slogan daha farklı olsaydı )
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...