31 Mart 2011 Perşembe

İmdaaaaat !! Ece'nin içine cadı kaçtı

Ece bu haftaya biraz kötü başladı. Sadece pazartesi günü sümüklüböceği hatırladı ve sorunsuz gitti kreşe. Ama ondan sonra sümüklüböcek tüm cazibesini yitirdi ve maalesef  kreşte beni bırakmayan, ağlayan kızımla başbaşa bıraktı. Evde de onu kreşe bıraktığım için benden intikam almaya and içmiş bir cadı beni bekliyordu.

Sürekli ağlayan, zırtıllayan, kucak isteyen, isteklerini sinir bozucu bir ses ve şekilde dile getiren bir Ece .

Salı günü iş çıkışı parka götürdüm sadece salıncağa bindi. Öyle koşsun, zıplasın, kaysın falan faslı olmadı ve arabaya kadar yürümek istemedi. Hep kucağımda kalmak istedi. Ece nin sırf bu kucak takıntısı yüzünden dışarı çıkmaya korkuyorum.

Eve geldik yemek yemeyen, sürekli herşeye itiraz eden Ece modu devam ediyordu. Hatta ona yeni aldığım oyuncağın şablonunu bile kesti. Sesimi çıkarmadım. Kreş günlüğüne de Ece bugün hava durumu gibi yazmışlardı.

Dün kreşte de çok huysuzmuş. Hatta günlüğüne de yazmışlar. Sürekli Yıldız öğretmenini istemiş, sınıfta onu görmeyince ağlamış, yememiş içmemiş...vs.

Eve gittik çantalarımızı bırakıp , topumuzu alıp aşağı indik. Ama Ece pek top oynadı sayılmaz. Sadece eve girmek istemiyordu.
-Annecim sen bugün okulda ağladın mı? diye sordum
-Evet Yıldız'ı görmeyince ağladım. Ama ben onu özlüyoyuum. diye bir cevap aldım.

Su bardağına makarnaları doldurdu, yoğurtlu makarnasını halıya döktü. Vallahi de billahi de bağırmadım. Kendime şaştım. Hep saydım içimden. Ama en son lavaboda suyla oynamayı abartınca "TAMAAAM" diye bir defa bağırdığımı hatırlıyorum.

Üstünü soydurup pijamalarını giydirecektim, dakikalarca çıplak dolaşıp giymeyecem diye ağladı.

Sanırım Nilüferimin de dediği gibi "Jandarma Dönemindeyiz" . Aaa duymadınız mı?
-Ece jandarma kızım.
-Jandaracam işte.

30 Mart 2011 Çarşamba

Maalesef :(

Efenimm hani kızımıza hayvan sevgisini aşılamak amacıyla babamız muhabbet kuşları ve balıklar almıştı yaa ..

İşte Bihter ile Behlül ün kaderi kuş iken de değişmedi ve maalesef Bihter'i geçen haftalarda kaybettik :( Behlül yalnız kaldı şimdi kafeste. Babamız Bihter'i kurtarmak için çok uğraştı. Çift sarılı yumurta bile haşlayıp verdi ama ne yazık ki illet hastalık Bihter'in yakasını bırakmadı. İlaçlı sular işe yaramadı :(


Ece Bihter'in hastalandığını ve hastanede olduğunu sanıyor. Ona ölümü şimdiden açıklayamam diye öldüğünü söylemedik.Ben çok etkilendim. İlk ben gördüm çünkü .

Şimdi Behlül'ün kanatlarını kesti azıcık babamız ve evin içine salıyor. Ece benden daha cesur kuşa dokunmak konusunda. Ve onu saldığımız zaman acayip mutlu oluyor.

Kaybımız sadece Bihter ile son bulmadı. Geçen hafta birer gün arayla anne balıkla baba balığımızı da kaybettik :(
Sabah yem vermek için salona geçtiğimizde yine ilk ben gördüm öldüğünü birinci balığın öldüğünü ve ertesi akşamı da babamız farketti ikinci balığın öldüğünü.

Offf. Biz kendimize bile bakmaktan acizken neyimize bizim hayvan beslemek.

Babamız dün yeni bir balıkla gelmiş. Güya hastalanmıştı, iyileşti geldi dedik Ecişkoya. Umarım akibeti diğerlerine benzemez dicem ama sabah yem vermeyi unuttuğum geldi şimdi aklıma :(

Şah & Sultan - İskender Pala

Daha dün bitirdim kitabımı . Çok güzeldi. Ben çok beğendim. Çok sürükleyiciydi ve sonu çok etkileyici. Şok oluyorsunuz resmen. Hele de İstanbul'un tarihi mekanlarını  olayların içine katması, benim gibi tarihi sevmeyenler için öğrenmede baya etkili oluyor. İstanbul bana göre yaşanılacak bir şehir değil , ama kesinlikle gezilmesi , görülmesi güzelliğine tanık olunması gereken bir şehir. Bilirim bir seven asla vazgeçemez İstanbul'dan.

Bugün yeni bir kitaba başlıyorum. İlk defa bir İskender Pala kitabı okuyorum.
Tutku…
Güzellik…
Aşk ve savaş. Sadece gönüllerin değil alınların, kemiklerin ve gözlerin alev alev yandığı savaş.
Kahramanlarını, Yavuz Sultan Selim’i de Şah İsmail’i de tarihin merdivenlerinde bir basamak aşağı indiren bir basamak yukarı çıkaran savaş.
Çaldıran...
Şimdi Çaldıran ne 500 yıl geride ne 500 yıl ileride.
Savaş tasında büyücünün gördüğü neydi?
Kızılbaşlık!
Sünnilik!
İktidar hırsı.
Aşkın bir çökelti gibi dondurduğu zaman!
Korku? Ya o?
Yazar biraz da korkuların üstüne gidendir.
Tarih ileriye doğru çözüldükçe ağacın kökleri de görülecektir.
Alevi de Sünni de bağlıdır o köke. Birdir o toprakta.
Gölgeler büyümüşse ışığı değil korkuyu yenmek gerekir.
Karanlık ve kör ışığın egemenliği boğmasın artık nesilleri.
Ve işte bir kez daha aşk!
Şiir kadar iktidar atında rüzgâra ve ateşe doğru yol alan iki hükümdar.
Şah ve Sultan…
Dünya incisi zarif ve asil kadınlar. Yeminlerine bağlı erkekler.
Masal kadar gerçek.
Büyüleyici olduğu kadar umut verici.
Şah&Sultan her cümlesi aşkla okunacak bir kitap.
İskender Pala’dan…



Kitapları çok tavsiye ediliyor. Bakalım beğenildiği kadar var mıymış??

28 Mart 2011 Pazartesi

Zülal ve Mimi

Güzel Zülal hazırlamış bu mimi. Asahharanın zeki, akıllı, hanımefendi, başarılı, güzel kızı. Asahhara ve Aylin mimlemiş beni :)
Hemen sorularıma geçiyorum.

1 ) En sevdiğiniz yemek nedir?

Ben yemek ayırt etmem. Ama annemin yemekleri olsun da ne olursa olsun ayıla bayıla yerim. Mesela şimdi bamyaya asla hayır demem.

2 ) En çok beğendiğiniz telefon markası nedir?(Fotoğrafını koyun)

Benim teknoloji ile aram yoktur be Zülalim. Alo desin, arada sms atsın, cameram yanımda olmadığında bir kaç kare foto çeksin yeter benim için

3 ) Eğer yurtdışına çıkma fırsatınız olsaydı nereye gitmek isterdiniz ?

Çocukluğumdan beri , Barış Mançoyu izlerken Singapura hayran olmuştum. Hala da hayallerimi süsler

4 ) Hayatınızda enstrüman çaldınız mı çaldıysanız nedir? Eğer çalmadıysanız en çok çalmak istediğiniz enstürman nedir?

Okuldaki flütten başka hiç bir enstrümanı elime alamadım maalesef. Ama nasıl isterdim bir enstrüman çalmayı bilemezsin. Yan flüt olabilir. Darbuka bile olabilir. yeter ki çalayım

5 ) Hayatınızda en çok derdinizi dinleyen size ortak olan size yardım eden bir kaç kişi söylermisiniz?

O kadar çok ki. Şimdi bazısını yazıp bazısını unutmaktan korkarım. Ama ben pek içime atmam. Mutluluk paylaşınca çoğaldığı gibi üzüntümü de derdimi de kolay paylaşır ve azaltmaya çalışırım.

Böyle geçti bir haftasonumuz daha

 Cuma akşamı annemler bize gelmişti. Cumartesi Ece onlara gideceği için giderken Ecoşu da alıp götürdüler. Öyle güle oynaya gitti ki görmeliydiniz. Ortalığı toplayıp attım kendimi yatağa. Gün boyunca üç ağrıkesici almama rağmen bana mısın demeyen başağrım için son bir tablet daha attım korka korka. Onun da etkisiyle deliksiz bir uyku çekmişim. C.tesi sabahı yine erkenden uyandım kızım olmamasına rağmen. Bir iki bişey yaptıktan sonra kerhen yine işyerinin yolunu tuttum. Saati zorla 13:00 edip önce manav, sonra markete uğradım. Eve geçer geçmez direkt mutfağa daldım. Bir saat içinde yenebilecek birşeyler yaptım.
Eski patronumun kızıyla görüşecektim bugün. Evlendikten sonra Mardin'e taşınmıştı. 3 yıl oldu görüşmeyeli. Ailesini ziyarete gelmişti. Koşa koşa buluşacağımız yere gittim. Avm annemlere yakın olduğundan Ecoş da orda bizi bekliyordu. Beni görene kadar gayet kuzu olan kızımın içine cadı kaçtı. Kucaktan inmez oldu. Oyuncaklara binmek istemedi, yürümek istemedi. Anlayacağınız yine elim belim koparaktan Duygu ile hem muhabbet edip , hem de kızımın gönlünü hoş tutmaya çalıştım. Duygu'nun bir oğlu var ki, aman allahım. O ne güzel bir varlık. Pamuk şekeri gibi maşallah. Bembeyaz bir ten, tombik yanaklar, sarı kıvırcık bir kafa. (Aceleden fotoğraf makinemi evde unutmuştum)Ama gelgelelim ki Ece hiç yanaşmadı. Ve beni de yanaştırmadı. Sanırım öğlen uykusundan erken uyanmanın etkisiyle kızımın içindeki canavar coştu ve eve gidelim diye naralar atmaya başladı. İki muhabbetten sonra maalesef ayrılmak zorunda kaldık. Saat 19:00 da çoktan rüya alemine dalmıştı kızım. Babişko da balığa gitmişti. Kaldım mı kendimle başbaşaa. (yaşasıııın)

Hemen yapacağım hediye için işe koyuldum. Sıkılana kadar birşeyler yaptım. Babamız erken döndü balıktan. Anlaşılan pek rast gitmemişti. Ben de aldım karpuz çekirdeğimi önüme başladım tv izlemeye. Gelin görün ki , uyku beni ziyarete geldiğinde kızım  uyanmış hatta çok zinde görünüyordu. Saat 02:00 ye kadar kağıt kesti. Bir yandan gözlerimin kapanmasına engel olamazken, diğer yandan makasla kendine zarar vermesin diye gözlerimi açık tutmak için cebelleşiyorum. Neyse uyumaya ikna olan kızımla yatağa geçtik. Sabah 06:00 da açtı gözlerini benim cadı.

Doğru babişkonun yanına. Ve ben uykuya devam. Saat 08:00 de uyanabildim. Aslında annesinin mimoşundan kıskandığım gibi dışarda yapmak istemiştim kahvaltıyı. Uykuya yenik düştüğümden maalesef gerçekleştiremedik.
Kahvaltıdan sonra ortalığı toplamaca falan derken , evde olan limonları değerlendirmek açısından ve belki de minik cadım içer ümidiyle limonata yapmaya karar verdim. Kabuklarıyla birlikte iki kocaman bardak limon sıktım katı meyve sıkacağında. Üzerine aynı ölçüyle dört bardak su ve tadaraktan şekerini ekledim. Nefis oldu. Ama içen bir minik göremedim maalesef. Sonra parka gittik. Giderken de çiçek topladık.
Park dönüşü anneannelerle bahçeye gittik. Nefis şeker gibi taze bezelyeler koparıp yedik. Bahçeden topladığımız yeşilliklerle annemin yaptığı nefis kısırı yedik. (bilerek foto çekmedim canınız çekmesin diye :) ) Ece hanım açık havanın da etkisiyle uykuya daldı. Biz de karı koca sahile doğru bir yürüyüş yaptık.

Eve geldik Akşama misafirimiz geleceğinden Ece ile hemen mutfağa daldık ve nefis poğaçalar yaptık. 

Bayıldı hamur yoğurmaya. Banyodan yeni çıkmıştı. Üşümesin diye başına yazma da bağlayınca tam bir küçük hanım oldu kızım. Banyodan sonra iki defa daha değişti üstümüz :)


Yarım paket margarin
Bir çay bardağı yoğurt
Bir çay bardağı sıvıyağ
1 tatlı kaşığı tuz
3 tatlı kaşığı şeker
1 kabartma tozu
Yumurtanın akı içine sarısı üstüne
alabildiğince un.
İçine peynir maydonoz
 İşte sonuç.
Bugün sadece 5 tane kalmıştı bu poğaçalardan. Ve Ecişko bir tane bile yemedi maalesef :(


Yuyduruk bir de tatlı yaptım. Cuma günü yaptığım kekin hemen hemen yarısı duruyordu. Zencefilli tarçınlı. Ben de o kekleri dilimledim. Tepsinin tababına dizdim. Üzerine Ece hanıma doğradığım ama yemediği armut ve muzu küçük küçük doğrayıp ekledim ve onun üstüne de ;
1 lt süt - 1 bardak un - 1 bardak şeker-1 limon kabuğu rendesi-ve 1 vanilya ile pişirdiğim kremayı döküp en üstüne de yine Ece hanıma doğradığım ama yemediği kivi ile kalan keki ufalayarak serptim. Sonuç herkes çok beğendi.


Bu da perşembe günü siparişini verdiğim ve cuma günü elime geçen kızımın yeni oyuncağı . Düne kadar vermemiştim kızıma.Ben çok beğendim. Ece de ilk başta baya ilgilendi sonra da son zamanlarda favori etkinliği olan suyu boya yapmak istedi.



Bugün güne kötü başladı kızım. Çok öksürüyordu. Gece boyunca üzerini örtmeye yetişemiyorum ki. Yanımda yatmasına rağmen :( Doktora götür diyeceksiniz ama ben doktorun verdiği ilaçları içiremiyorum ki kızıma. Sabah zorla içirmeye çalıştığım şurup sonrası halı, ecenin saçları, badysi benim eşofmanım gazi oldu. Ve sonuç bir çay kaşığı kadarını ya yuttu ya yutmadı. Offf

Uzun bir post oldu . Sıktıysak affola

25 Mart 2011 Cuma

Sümüklüböcek

Iıııyyy dediğinizi duyar gibiyim. Evet kesinlikle ııyyyy.

Geçen yaz daha kreşe gitmeden anneannenin bahçesinde kalırken , denize yakın olduğu için bayaa bir karşılaşmıştık kendileriyle. Ece pek bir haşır neşir olmuştu. Duvara tırmanıp orda yuvasına çekilen sümüklüböcekleri hiç düşünmeden alıp, tutuyor sonra da bahçeye fırlatıyordu. Oyun gibi birşey olmuştu bu eylem Ece için :) Iııııyyy

Ama ben bu sümüklüböceğe bu hafta çok şey borçluyum. Salı günü kreşe gittiğimizde kapının önünde karşılaştık kendisiyle. Sevimsiz , iğrenç, sümüğünü sala sala yürüyordu aheste aheste..

Eee Ece hanım bu . Es geçer mi? Aslaaaa.
Eğildi, baktı, inceledi. Beni , yanında olduğumu bile unuttu.

Akşam eve geldik veeee günün anlam ve önemi sümüklüböcekti.

-Babaaa, bugün sümüklüböcek vardı okulda, sarı sarı sümükleri akıyordu. Çoook yavaş yürüyordu.
Bu cümleyi kaç defa tekrar ettiğini saymadım, sayamadım. Anneanne aradı telefondaki heyecanı görseniz. Nasıl anlatıyor.
- Anneanne , bugün okulda sümüklüböcek vardı, sarı sarı sümükleri akıyordu. Çoook yavaş yürüyordu. Kelimesi kelimesine. Sonra dedeye aynı şekilde. Neyse o gün sümüklüböcekle yattık.

Ertesi sabah okula koşa koşa gittik. Bakalım sümüklüböcek bizi bekliyor muydu? İçeri hiç mızırdanmadan girdi. Ön bahçede yoktu ama belki arka bahçede olabilirdi dedi öğretmeni. Akşam geldi, ogün sümüklüböcek görememişti ama birgün öncenin heyecanı hala dinmemişti. Ogün akşam Hacer halalara gittik ve aynı cümleler defalarca Nuno halaya, Mahmut dedeye, Lalo neneye de anlatıldı. Ne sümüklüböcekmiş yarabbim.

Dün yine itirazsız girdik sınıfa. Akşam geldik yoktu. Markete gittik " ne istersin annecim" diye soruyoruz . El cevap: " sümüklüböcek" höh!!
Pazara gidelim bir köpek alalım şarkısı var ya biz o şarkıda da pazardan sümüklüböcek alıyoruz :)

Ve bugün sabah da kahramanım ilan ettim sümüklüböceği. Yine arka bahçede var mı acaba diyerek girdi okula.

Eyy sümüklüböcek sen nelere kadirsin? Birgün sana sempati duyacağımı asla düşünmezdim.

Bu fotolar da bu sabah okula gözlüksüz gitmek istemeyen, illa da gözlük diye tutturan ve bebekken 2 sene önce aldığım gözlükle kandırılan Ece cadısı :) Gözlüksüz çıkmaz teyzeleri :)


24 Mart 2011 Perşembe

İçime Kar Yağıyor



Ne oldu bana? Üşüyorum.

Az önce kreşten aradılar. Ece nin ateşi çıkmış. Hafif mızmızmış. Annem de yok. Napacam ben şimdi? Ne yapmam gerekir? Hemen izin alıp , kızımın kreşine gitmem ve ardından bir doktora götürmem gerekir değil mi? Ama yok ben hala masamın başında oturmuş içimdekileri kağıda dökmeye çalışıyorum. Ellerim buz gibi. İçim titriyor. Hava mı soğuk yoksa ben mi? Bir garip oldum ben bu aralar.

Anneliğimi, eşliğimi, işimi, ev hanımlığımı, arkadaşlığımı, çocukluğumu sorgulayıp duruyorum. Hiçbirinin hakkını veremiyorum.  
Benden olsa olsa deniz anası olur. Bildiğiniz deniz anası. Başka da bir halt olmaz. Sırf çalışıyorum diye, ne anneyim, ne eşim, ne arkadaşım, ne kadınım, ne evladım…ne ne..
Uzar gider. Yetemiyorum, yetişemiyorum.

Kızıma hiçbir zaman tam anlamıyla annelik yapamadım. Uyumaz kızarım, susmaz kızarım, ağlar kızarım, dağıtır kızarım, kızarım da kızarım. Ben kimim ki? Ne için kızıyorum ki? Karşımdaki çocuk ya. Henüz 2,5 yaşında bile değil ki. 
Birgün mutfakta yemek hazırlıyorum ve her zamanki gibi Ece tezgahta oturmuş beni seyrediyordu. O zamanlar kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Kreşe yeni başladığı dönemler.
Patlıcan oymadın mı?
Yemeye doymadın mı?
Anne beni kınama
Sen çocuk olmadın mı?

İşte her şeyi anlatan iki cümle. Ben kızıma kızıyorum , hem de bir zamanlar çocuk olduğumu unutarak.
Hiç unutmam . Sanırım ilkokula gittiğim yıllardı. Babam o zamanlar Arabistan’da çalışıyordu. Anneme mektup yollamış annem de okurken ağlıyordu. Neden ağladığını sordum. Bana : “ baban beni üzüp üzmediğini sormuş” dedi,  ama benim onu üzdüğümü söylemişti.
Gerçekten mi üzüyordum, yaramaz mıydım, yoksa sadece daha fazla üzmemem için uyarı anlamında beni üzmek için mi söylemişti anlamamıştım.

Kızmamak için kendime çok söz veriyorum ama hepsini yutuyorum. Beni bekleyen bir sürü iş varken kızımın isteklerini yerine getirmek beni acayip sinirli birine dönüştürüyor. E kendini bilmez kadın, madem böyle birisin neyine senin çocuk ? demezler mi?

İş yerimde sırf izinlerim göze batmasın diye izin almaya çekiniyorum. Var mı böyle bir şey ya?
Ev işleri bekliyor diye, eşime olan soğukluğuma ne demeli?
Onbeş günden fazla hasta yatan annemi görmeye gidememiş biriyim ben? Üstelik on dakikalık mesafede otururken. Bunun bahanesi ne olabilir ki?
Arkadaşlarımı ihmal ediyorum. Hepsi bir telefon kadar uzaklar sadece.
En önemlisi , her şeyden önemlisi kızıma annelik yapamıyorum. Ben benim gibi bir annem olsun ister miydim? Ne yalan söyleyeyim istemezdim.

İçime kar yağıyor. Üşüyorum. Oysa bahar gelmedi mi?

22 Mart 2011 Salı

Ece diyor ki:

- Anne içim açılmıyor.
-Neden kızım?
- Kendimi öpemiyorum da ...

Ben kızımı her öptükten sonra ;
-Ohhhh içim açıldı derim de :)

Haftasonundan görüntüler


 Pablom Picassom Elif Ecem

Sabah erkenden başladı Pazar günü
boya yapmaya. o boya yaparken biz
Datça'ya bakalım dedik ama ne mümkün ? İlla ki onu seyredecez.





Bunlar da çirkin güvercin yavrularımız. Pencerelerimizi iyice kuş pisliği kapladı. rezil durumdalar. Uçmalarını bekliyorum.

Magneti olmayanın magnet mimi :)

Sevgili Ayten , güzel Rozerin'in annesi mimlemiş beni. Ben buzdolabına genelde notlarımı asarım. Ya da meşhur listelerimi. En son geçen sene kızımın fotolarını asmıştım. Sürekli düşüyor diye onları da kaldırdım. Ve buzdolabımın son hali (allahtan dışını kapsıyor bu mim :) ) işte böyle.
 Daha görmediğim, koklayamadığım canımın içi yeğenimin mevlüt şekeri. Annem getirmişti İzmir'den.
 Üzerinde " Tanrı heryerde olamazdı, bu yüzden anneleri yarattı" yazan ve çok sevdiğim magnetim.
Kızımın çok sevdiği barbie magneti. Kelebek diyor :)








 Ve karman çorban bir buzdolabı. Tüpçünün magneti, köftehatın magneti ( sanmayın daimi müşterisiyiz. yapıştırmaya yarasın diye orda duruyor)


Ve buzdolabında asılı olan kağıtlarda soldan sağa şöyle yazıyor:

1. yazı:

Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa,
Suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar,
içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa,
sıkılganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa,
suçluluk duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa,
sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa,
güvenmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa,
saygı duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk eşitlik ortamında yaşarsa,
adaleti öğrenir.

Eğer bir çocuk güven duygusu içinde yaşarsa,
inanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa,
kendisinden hoşlanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve dostluk içinde yaşarsa,
dünyada sevgi aramayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanlıklar içinde büyürse,
saldırganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk sevgi içinde büyürse,
güvenmeyi öğrenir.

Çocuk ailenin, aile de toplumun ürünüdür çocuk yaşadığını öğrenir.

2. Yazı:
Öğreteceklerimiz…..

Kızlarınızı iyi yetiştirin.
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin. Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin . İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin. Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin ; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.


Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının "aranmadığını" öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz Hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.

Ve son olanda haftalık kreş programımız :)

Ve şimdi bu mim goes tooooo:)
Yazan Anne
Yaruze
Türker Kağanımın annesi Nilüfer
Süper İnce Parlak Çorap
Sihirli Günce
Sezobigo
Nehir İda
Anne Filozof

21 Mart 2011 Pazartesi

Üzerimden buldozer geçmiş gibi

Aynen başlıktaki gibiyim. Başım ağrıyor, omzum boynum dayak yemiş gibiyim. Belim neyse ki düne nazaran daha iyi. Haftasonu ne mi yaptık?

Cumartesi sabah güya erken kalktım işe gitmeden ne yapsam kardır düşüncesiyle bir iki iş yaparım diye ama kızım da erken uyanınca elimi hiç bir işe süremedim maalesef.
Kızım anneanneye, ben işe . Kitap okuyarak çalıştım. Nefret ediyorum c.tesileri işe gelmekten. Allah için geliyoruz. Yani iki gün tatil olsak var ya, eminim bu kadar gergin olmam. Yemeğimi yaparım, evim tiril tiril olur. Alışveriş için koşturmam, kızımla daha bol vakit geçiririm ve bu koşturmaca olmasa ne ben sinirlenecem, ne eşime yansıtacam

Neyse öğlen eşimle çarşıda buluştuk. Kuzum annemde olduğu için içim rahat.Önce yemek yedik. Sonra çok hoş bir yerde çay içtik. Küçük bir mekan. Sonra birkaç alışveriş yaptık. Hatta az kalsın birini dövecektim. Kalabalık bir mağazada zar zor bişeyler bulmuşum. Kasaya gitmişim . Karttı şifreydi uğraşmamak için nakit ödeyeceğim. Neymiş para yırtıkmış başka param yokmuymuş( yırtık çok az, eksik değil) dedim nesi var paranın? Neymiş banka almıyormuş. Bir bakış attım ki , kalsın almıyorum dedim ve çıktım. Eşim de paramız cebimizde kaldığı için mutlu :)

Daha sonra eşim bana çok hoşuma giden bir güneş gözlüğü aldı. Acayip mutlu oldum. Yapacağım hediye için birkaç malzeme de aldım. Saat 16:00 gibi eve geldik. Bir yorgunluk kahvesi içtikten sonra ben yine başladım üstten üstten ev temizlemeye. Sadece görünen yerler. ( Elektrikli süpürgemden nefret ediyorum. Bu ikinci ve yine temizlemiyor )
Saat 18:00 gibi gittim anneme. Yemek yapmıştı yedik. Sonra çay içtik. Ecoşun uyku saatine doğru da eve döndük. Kızım yolda uyudu. Eşim daha eve gelmemişti. Balığa gidecekti kuzeniyle. Ben de aldım malzemelerimi önüme başladım kendi çapımda birşeyler yapmaya. Saat 01:00 gibi yattım.

Pazar hava yine yağmurluydu. Pek keyifli olmayan bir kahvaltının ardından Ece sulu boya yapmak istedi. Tatil konusu açıldı. Ben bu sene Datça'ya gitmek istiyorum dedim. Bakalım yaza kadar Allahtan bir mani olmazsa, fikrimiz değişmezse , tatilleri denk getirebilirsek Datça'yı görmek kısmet olacak mı?


Nuno halamız aradı. Öğleden sonra mall e gidelim dedi , olur dedim. Ece uyudu uyandı ve haydi bismillah çıktık yola. Allahım o ne kalabalık, o ne sıcak. Girer girmez boğulur gibi oldum. Bir hediye ve babamıza bir ayakkabı almamız lazım. Çıkana kadar ben de ne kol kaldı, ne bel ne baş. Bütün organlarım zonkluyordu. Neyimeyse benim alışveriş.

Eve geldik, Ece hanımı yıkadık. Banyoya girmesi bir dert , çıkması bin dert. Bir ton bulaşık beni bekliyordu. Ama artık ayak tabanlarımdan ateş çıkıyordu. Ece hanımın istekleri ardı ardına sıralanıyor, uyumamakta ısrar ediyordu.

Saat 22:30 dan sonrasını hatırlamıyorum. Sızmışım resmen. Çok yoruldum. Yani şu alışveriş hakikaten kabus gibiydi. Bir daha Ece ile tövbe.

(P.S fotoğraf makinemi evde unuttuğum için maalesef fotoğraf ekleyemeyemedim ve bu yüzden mimimi de cevaplayamıyorum. )

Dodi Bahar Partisi:)

18 Mart tarihinde kreşte " Bahara Hoşgeldin " partisi yapıldı. Çalıştığım için maalesef katılamadım, sevinçlerine ortak olamadım. Onlarla gülüp, eğlenemedim :(

Fotoları kreşimizin facebook sayfasından ele geçirdim :) Bu partide minik temacılar ağaç da ektiler. Ama benim minik cadım bu etkinliğe katılmadı . Nedense kreşimizin daha büyük çocuklar için olan kulübüne karşı pek önyargılı. Oraya hiç gitmek istemiyor. Fidanlar da kulübün bahçesine ekildi. Dolayısıyla kreşini yuvası olarak benimseyen kızım kulübe misafirliğe gitmeyi kabul etmedi.

İşte Bahar Partisinin fotoğrafları.





içi şeker dolu balon :)
çirkin minik kelebeğim :)






 Sabahtan beri kolaj yapmaya çalışıyorum. Ama sonuç ortada . Beceremedim maalesef :(

17 Mart 2011 Perşembe

Hayırdır Arkadaşlar??

Sabah Deli Annem Mümine'nin veda yazısını okudum. Artık   http://deli-anne.com/  adresinden yazacak. İçimizdeki karnaval İlknur da artık bu adresten yazıyor . Hala sitelerini nasıl takip edebileceğimi çözebilmiş değilim. Hadi yine iyi, en azından yazmaya devam edecekler. Çünkü hepten veda etselerdi gerçekten üzülürdüm. Hasretli lezzetler de com adresine taşınıyor.

Az önce Balböcükleri Serpil de hoşçakalın diye bir postla veda etmiş bloguna. Dün de Karabıdıkım adlı blogger veda etti. Şimdi blogunu da bulamıyorum. Sanırım silmiş. Sanem'in Penceresi arkadaşın da şevki kırılmış.

Hayırdır arkadaşlar. Asıl şimdi değil midir yazmak vakti? Tamam kırıldınız, soğudunuz, şevkiniz hevesiniz kaçtı. Ama yapmayın nolur.

Bakın bahar geldi. Dışarda güneş sımsıcak, tenimi ısıtırken, sizin bloglarınız, yazılarınız da içimi ısıtıyor. Pes etmeyin lütfen. İnadına yazın.

Sizi geç buldum, ama çabuk kaybetmeye hiç niyetim yok ...

16 Mart 2011 Çarşamba

Canım Kızıma



Sevgili Asahhara'nın blogunda gördüm bu videoyu. O kadar etkilendim ki, paylaşmadan edemedim. Belki daha önce defalarca dinlediniz ya da okudunuz.
Kızım , mucizem, kıymetlim için paylaşmak istedim. Eğer ( inşallah) yıllar sonra da bloglarımız olursa, kızımın girip dinlemesi ve beni anlaması (anlamaya çalışması ) için paylaşamak istiyorum.

Seni çok seviyorum Meleğim. Rabbim seni korusun.

15 Mart 2011 Salı

İstanbul Hatırası

Byzantion’dan İstanbul’a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven…

Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!

Ahmet Ümit’in beklenen romanı. İstanbul Hatırası Romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit’in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.

Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul’unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim’ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul’un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul’un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.


Daha önce yazarın  Kukla kitabını okumuştum. Akıcı ve sürükleyiciydi. Bu kitaba dün başladım. Yine tavsiye üzerine aldım kitabı. İstanbul'lu değilim ama ben bile merak ettim . Kitap hakkında ilginç eleştiriler var.

Sizler okudunuz mu?

14 Mart 2011 Pazartesi

Kısa kısa haftasonu, bol bol foto :)

Efeniiim, bir haftasonu daha geride kaldı. Koşturmacasıyla, telaşıyla, işiyle gücüyle, gezmesiyle geldik yine işe.

C.tesi işe gelmeden ufaktan birkaç iş yapayım dedim. Çünkü haftasonu iş yapmaktan nefret ederim (sanki normal zamanda çok severim ya) . Ama gelin görün ki daha üzerinden 48 saat geçmemesine rağmen ne balkon yıkanmışa ne de banyo ovulmuşa benzemiyor. İşte bu nankörlüktür beni bu işlerden soğutan.

Neyse c.tesi kızım halasındaydı. Keşke cepten foto aktarabilsem.
( canım Nilüferim yolladı bana bu fotoyu, cepten foto aktaramıyorum dediği için. Halası çekmiş bana cepten yollamıştı )
Halasıyla çok eğlenmiş kuzum. Öğleden sonra da anneannemizi görmeye gittik çok şükür 15 gün sonra. (kendimden utandım, nefret ettim ) Çok şükür daha iyiydi. Bir insanın ne annesi, ne evladı hastalanmamalı. Kolu kanadı kırılıyor. Akşam 18:00 i geçmesine rağmen kızımla yürüyerek ( ilk defa ) çarşıya çıktık. Yapacağım hediye için malzeme aldım. Kızım beni yormadı, üzmedi çok şükür.

Babamız kızımıza bir süpriz hazırlamış. Ece görünce çok mutlu oldu :)
İsimlerini anne balık ve baba balık koydu. Oysa benim aklımda birkaç ay önce okuduğum Temizlikçi kitabının psikopat karakterinin balıklarının adı vardı : Yehova ve Turşu :) İçinde olan süs yosunu kızım balıklarının daha rahat etmesi amacıyla bizzat elini daldırıp kendi çıkardı :)

C.tesileri biraz geç yatmasına müsaade ediyorum. Maksat belli. Pazar günü biraz da olsa geç uyansın.

Hafta arası saat 08:00 e doğru zorla uyanan kızım , pazar günü yaptı yapacağını ve saat 07:00 bile olmadan ayaktaydı :) Yine ters köşeye yatırdı beni cadı.
Sabah yatak odasının perdesini açtım ki ne göreyim ? Evimizin yeni misafirleri.
Haftalar önce penceremize yuva yapan güvercinin yumurtaları kırılmış ve iki tane yavru güvercinimiz olmuştu.
Ki ben 2 yıl önce kuş biti olduğumuzdan beri kuş yuvalarına karşı acayip tepkiliyim. Pencerenin hali içler acısı. Ne cd ler ne poşetler asmışım ama sonuç fotoda göründüğü gibi. Şimdilik pencereyi açmıyorum diye yuvayı bozma girişiminde bulunmadım. Ama kuşlar uçar uçmaz hemen el atacağım. Bizi görünce anne kuş uçtu ve kızım da onun arkasından bakıp "gel korkma" dedi .
Neyse kahvaltımızı balkonda yaptık , hava çok güzeldi. Ve haftalar sonra kızıma verdiğim sözü tutup onu parka götürdüm.  Kokoş kızım saçının toplanmasını istemedi.

Ben de saçlarının bu halini çok sevdiğim için toplamak da ısrar etmedim.
Kızımın takıntıları maalesef devam ediyor.
 Bir yandan kumla oynarken , diğer yandan peçeteyle ellerini siliyor. Bazen bunu abartırken bazen de hiç oralı olmuyor.


Size bir soru kızınızın park gibi yerlerde tuvaleti gelince n'apıyorsunuz? Küçük hanımın çişi geldi de ...


Parktan eve geldik. Bu sefer de babamız bizi deniz kenarında çay bahçesine götürmeyi teklif etti. Geldiğimiz yolu tekrar gittik. Ece baya yoruldu çünkü hiç bu kadar yürümemişti. Babasının omuzlarına bindi hatta baya bir mayıştı ama balıkları görünce keyfi yerine geldi.


Eve gelir gelmez süt istedi ve biberonunu daha bitiremeden uykuya daldı . Ben de daha önce kayınvalidemde yediğim ve bayıldığım bir kek yapayım dedim.
Sonuç hüsran. Kayınvalidemin yaptığının yanında bile geçmedi .

Kayınvalidemde yediğim acayip enfes bişeydi. Normal kek hamurunu hazırlıyorsunuz. Çok azını ayırıp tepsiye döküyorsunuz.Daha önceden pişirip soğuttuğunuz pudingi döküyorsunuz. Ve kalan kek hamurunu biraz daha unla yoğurup üzerine ufalıyorsunuz. İşte ben bu ufalama işinde başarılı olamadım. Ve turtamsı bir görünüm vermek için çubuk çubuk yaptım. Tadı fena değildi aslında ama bence olmadı.
Vee dün sonunda yeni elti adayımla tanıştım. Beraber yemeğe gittik. Ece de çok sevdi Canan'ı. Canancık deyip durdu - ki kolay kolay kimseyle konuşmaz Ece- bize gel, bizde yat diye de diretti.
Eve gelip banyo fasıllarıyla son buldu haftasonumuz. Sonuç belimi fena üşütmüşüm. Bu sabah zor kalktım yataktan. Ama hareket edince daha iyiyim.

Bir soru daha: Bir kaç resmi tek karede nasıl birleştiriyorsunuz? Hala beceremiyorum foto ile sayfa düzenini bozmadan post yazmayı .
Bu postu yazana kadar kırk defa tel. çaldı ve ortaya ne çıktığını ben de sizinle birlikte göreceğim.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...